14 Aralık 2012 Cuma

Geçen Onca Zamanın Ardından


   

    Kim için öldürdün beni, hayallerimi, umutlarımı, sevgimi…

    Ölüyorum ben sevgilim ve beni sen öldürüyorsun.. Şuan cesedim bir denizin dibine batmak üzere. Bunu bilsen gerçekten üzülür müsün? Peki sen hiç bir ölüye aşık oldun mu? Son zamanlarda benim için canı istediğinde rüyalarıma girebilen bir ölüden farksız olduğunu biliyor musun? Evet, bu çok zor ama koşulsuz şartsız bekledim ben seni, biz diyebileceğimiz günleri.  
     
 Hayatım boyunca hiçbir adamın karşısına geçip, seni seviyorum demedim biliyor musun? Bu yüzden ‘Beni seviyor musun?’ diye sorduğunda inkar etmiştim… Şimdi sana yalan söylediğim için çok pişmanım ve belki artık çok geç ama hiç utanmadan, hiç sıkılmadan söylüyorum; ‘’Seni Seviyorum’’.  Tüm bunların üstüne niye benden uzak durdun diyeceksin belki, inan sebebini bende bilmiyorum. Ki bence sende sebebi kendinde aramalısın, benim aklıma girende sonra kendini çekende sonra yine ara ara gelip uzun uzun kaybolanda sensin.  Peki neden bunlar oldu? Başka kollar sana uzun yollardan daha sıcak geldi değil mi?
   
  Senin için nasıl geçti onca zaman? Benim için her gün bir yıl gibiydi. Varlığından haberdar, yokluğunu hissederek, özleyerek, ağlayarak ama sen hep yanımdaymışsın gibi geçirdim ben vaktimi ve şimdi sonuç olarak şuan tütünümün dumanıyla birlikte ellerimde titrememeliydi. Artık acı duymuyorum çünkü yaşadıklarımızın gerçek olduğunu biliyorum ama senin için üzülüyorum. Yaşadığın birliktelikte hem kendini, hem beni, hem başkasını kandırıp beni görmeye geldiğin için senin adına üzülüyorum ve bir yandan da seni anlamaya çalışıyorum ama korkarım ki kaçtığın müddetçe seni asla anlayamayacağım.
    
 Bu çok başka bir his, hayal kırıklığı falan da değil. Beynim patlamak üzere, boynumdan geçen bütün damarları hissedebiliyorum şuan ve kanım çekilmiş gibi herhalde kessem bileklerimden kan akmaz! Buz gibiyim. Sardığım tütünlerin bana arkadaşlık etmesini ve beni anlamasını bekliyorum. Sana küfür etmek yerine bir tane yakıyorum, bir tane ve bir tane daha…


                                                                                                                                30 Kasım 2012

14 Ağustos 2012 Salı

Gelecek, Güzel Gelecek



     Gecenin sırrı ile irkildiğim vakitler geçiyorum evimdeki cam masanın başına... Tütsü, mumlar,kandil ve şehrin evime yansıyan ışıkları eşlik ediyor bana.  Ama yıldızlar yok, sanırım halen bizi cezalandırıyorlar.  Şehre, pisliklerini örtmek için renkli ışıklarla makyaj yaptığımız için göstermiyorlar kendilerini...  Kafamızı kaldırıp gökyüzüne bakmayı akıl ettiğimizde bile çoğumuz idrak edemiyoruz yıldızların yokluğunu. Daha doğrusu, bakıyoruz ama göremiyoruz. Neden bu kadar onlar üzerinde durduğuma gelince; dilek tutmak için kaldırdım ben bu gece başımı gökyüzüne ama yoklardı. Gerisi ise hayal kırıklığı işte...

     Yine boğulduğum akşamlardan birisini yaşıyorum. Şuan kendimi kandıramıyorum mesela, hatta ilk defa iç sesimi bastıramıyorum. Bugüne kadar zamanın bana iyi geldiğini söyleyip avunup durduğum ancak zamanın kapattığına inandığım yaramın kabuk altında büyüdüğünü bugün fark ediyorum. Kanamak için gün sayıyormuş ve gideceğim günü bekliyormuş meğer.  Bunları yaşarken yine yeni yeniden onun adını sayıklayarak yaşıyor olmamı nasıl tanımlayacağımı inanın  bilmiyorum.  Tüm bunlar yetmezmiş gibi onu kendi içimden atabilmek için gittiğim, kaçtığım hatta günah işlediğim şeylerden dolayı bugün ilk defa pişmanlık duyuyorum. Vicdanımı dinlerken; bana sadece rüya gibi gelen durumları yaşamamam gerekiyordu belki ama yaşandı bir kaç kere, olan oldu diye kendimi rahatlatmaya çalışıyorum...

     Evet, belki bundan sonrasın da onunla aramızda hiç bir şey olmayacak zaten olsa da buna izin vermeyeceğim. Ben yine bu yazdıklarımla kalacağım ama şu an sesini duymaya o kadar çok ihtiyacım var ki.. Uzun uzun sohbetlerimizi, dertleşmelerimizi ama daha çok onu dinlemeyi özledim. Oraya gittiğimde keşke uzaktan da olsa görebilsem. Hatta o da beni görsen ama konuşmasak sadece baksak birbirimize. Merak ediyorum o zaman karşımda kimi göreceğimi, sonrasında aklımda nasıl bir adamın kalacağını?  Aslında en çok da ondan sonra kendimi merak ediyorum. Tüm bu buhranları yeniden yaşayacak mıyım yoksa uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımı gördükten sonra nasıl oluyorsam, öyle mi olacağım? Geldim, gördüm ve geçti mi diyeceğim?

     Birde bu gece, en çok  Tanrı ile başbaşa kalıp, dua ederken akan gözyaşlarımla beraber aylar sonra ağzımdan onun adının dökülmesine şaşırdım. En yalansız ve en kimsesiz halimde Tanrı'dan onun iyi ve mutlu olmasını diledim.  Bu ona çok kırılamama rağmen onu affettiğimi mi gösteriyor yoksa zaafımı mı inanın bende bilmiyorum.

       Nasıl bir kaosun içinde yüzdüğümü ve nasıl bir buhranla yaşadığımı da bilmiyorum ama bir yandan bitmesin isterken, bir yandan geçecek diye umut ediyorum... Herşey geçecek ve gelecek, güzel gelecek ya onunla ya onsuz... İnanıyorum ve bekliyorum...




19 Temmuz 2012 Perşembe

İnsanlara Rağmen


   İnsanlarla içli dışlı olmayı pek haz etmiyorum aslında. Belirli bir süreden sonra onlara tahammül edemiyorum, katlanamıyorum. Yüzümde ki sürekli tebessüm yerini yorgunluğa bırakıyor. Hayatıma müdahale etmelerini sevmediğimden dolayı aslında bu yorgunluk. Onların bana müdahale etmesine izin verdiğim anda karşılıklı beklentiler ortaya çıkıyor ve sonunda yaralanıyoruz, yoruluyoruz. Bu duyguları tekrar tekrar tatmamak için de o mesafeyi korumaya özen gösteriyorum, belki de kendi kendime yetebildiğimi gördüğüm  için yalnızlığı sevdiğime inanıyorum.  Ancak bu duyguyu sadece kendi günümde rafa kaldırdığımın farkına vardım. Onlardan bir beklentim olduğunu ilk kez doğum g‎ünümde hissettim. Hatırlanmak istiyordum çünkü bu harikulede bir duyguydu ve hislerimi şimartıyorum.  Eskiyen ve yaşlanan bir hayatın yıl dönümü. Ömrünüze yazılmış yaşanan bir yılın sonu ve yaşanması gereken bir yılın başlangıcı için mumlar dikiliyor ve kutlanmak hoşunuza gidiyor. Bir yılı daha hayata tutunarak, insanlara rağmen onlarla beraber, ağladığım, güldüğüm, hüzünlendiğim, damarlarıma kadar heyecan duyduğum, sevdiğim, nefret ettiğim, affettiğim, affedildiğim kocaman bir yılı daha geride bırakmayı becerebildiğim için kutlanmak istiyorum.

        Hiç bir zaman ilk kutlayanı unutmuyorum. Bu ya hiç beklemediğim eski bir arkadaş oluyor ya da bir daha görüşmeyi düşünmediğim, bana göre bana yaptığı hataları yüzünden hayatımdan çıkarttığım ancak kırgınlığını sesinde hissettiğim birisi oluyor. Sonra kendi doğum günüm için en az benim kadar heyecanlanan insanlar sıraya diziliyor. Çocukluktan kalan küçücük bir hikayenin ardından gitmek için belki yaşanmamış ancak yaşanacak olan  güzel anılar için, mutluluğu ve hüznü zaman mekan önemsemeden paylaşabildiğim dostlarımın  ''iyi ki'' diye başlayıp ''Carpe Diem'' diye bitirdiği en güzel mesajları yüzümde güller açmasına sebep oluyor. Bütün bunlar olurken tek bir insanın beni hatırlamasını istediğimde oluyor ve o heyecanlı bekleyiş...  Umudumu yitirmişken hiç beklemediğim bir anda geldi. Onunla yaşanmışlıkların sonrasında ki belirsizliğin sesine yansımasını hissettim. Ne diyeceğini bilmiyor ancak kutlamak istiyor ve bunu en lakait şekilde yapıyor aslında eline yüzüne bulaştırıyor. Sen de bunu bile kabul edip aradığı için teşekkür ediyorsun.

       İnsan belirli bir yaşa geldiğinde ve diğer insanların size yakıştırdığı o çocukluk kılıfından çıktığının farkına vardığında idrak etmeye başlıyor bazı şeyleri, başka hayatları, başka insanları. Üzerimde ki o aptal kılıfı yaşıtlarıma göre belki biraz  daha erken attım. Çünkü;  hayatın oyununun ve hayal gücünün ne çocuklarınki ile ne de toplumdaki aklı başında diye yer edinmiş diğer insanların ki ile yarışabilecek düzeyde olmadığını gördüm. Hayatın hayal gücü gerçekten harikulede ve ona erişmek için bence beyninin uçmuş olması gerekiyor.   Çevremde olup bitenlerin ve insanların farkına vardığım sıralar birisini Fyodor Dostoevsky 'nin dediği gibi Tanrının kastettiği şekilde görmeye başlamıştım.  Sonra, dönüp arkama baktığımda tek gördüğüm şey ise koskoca bir dönemi, onun için yok yere heba ettiğimdi. Ve bu yüzden özellikle onun kutlamasını bekliyordum çünkü, o kutlama tek başıma savaş verdiğim, içimde yaşayan 'kendim' dediğim o yaratığa yapılmış bir teşekkür yerine geçecekti. Kendi kendime, kendim için verdiğim savaşta harcanan zamanın, verdiğim değerin ve sevginin teşekkürü..

      Ne kadar garip aslında insanın bir yıllık süre içerisinde yaşadığı değişiklikler. Ben kendime ''Neler değişti?'' diye sorduğumda önce cevap veremedim ve sonra gülümsedim. Bir yıl önce neredeydim, neler hayal ediyordum ancak mutluydum çünkü hayallerim küçüktü, dünyam küçüktü, sorumluluklarım küçüktü... Ancak mutluydum! Şimdi baktığımda geldiğim nokta aslında bir önceki yılın hayalleri ve gözyaşlarıydı, kaçış için büyük fırsattı ancak şuan tek istediğim şey hayatım için sil baştan yeni ve temiz bir sayfa, yeni arayışlar ve kaçışlar. O zamanlar ben, hayal kurarken hayatın hayal gücünü hiç hesaba katmamıştım. Zorluklarla karşılaşacağımı hiç hesaba katmamıştım aynı zamanda başarısız olacağımı, ailemi hiç hesaba katmamıştım. Aslında hiçbir şeyi hesaba katmamıştım çünkü onlar hayaldi. Her insan gibi bende hayallerimde mutsuz olacağımı hiç hayal etmiştim. Tüm bunları bir kenara bırakırsam insanları ve riyakarlıklarını hesaba katmamıştım, bana en çok sebep olan o insanları...

       At gözlüklerini bir kenara bırakıp kendime başka bir pencereden bakınca aslında öncesinde hayalini kurup, mücadelesini verdiğim hayatın tam ortasındayım ancak mutlu değilim, mutsuz da değilim ama istediğim tam olarak bu da değilmiş.  Ya bir şeyler eksik, ya bir şeyler fazla... Hatta dışarıdan bakan birçok insan için harikulade bile görünebilir. Aslında sorun da bu zaten  hiçbir hayat dışarıdan göründüğü gibi değil. Daha doğrusu hayat göründüğü gibi değil. Hayat, gerçekten çok acımasız. Hayat; insalara iyinin, iyiliğin kavramını unutturacak kadar nankör ve kötülük kadar, kötü ve çirkin olan her şey kadar gerçek. Ben şuan o hayatın neresinde olduğuma bakıyorum ancak göremiyorum.  Sadece neyi özlediğimi bile bilmeden içimde sürekli bir özlem duygusu ile yaşıyorum. Belki insana, belki doğaya, belki aileme, belki yalnızlığa, belki kalabalığa, belki şaraba, belki de en çok da kendime...